eflatun istanbul sokaklarında çağırıldığı yeri araya dursun; bilge şaşkın şaşkın gecenin kör karanlığında, caddeye bakan ışıksız kış balkonunda, sokağın lambasının aydınlığıyla yazının onu nereye götüreceğini düşünüyor. düşünmekten yoruluyor, susuyor. eflatun'un gözüyle, istanbul sokaklarını, tebriz'li yebdias efendi'nin vücut bulmuş haliyle hayal etmeyi seçiyor. bundan tam yedi yüz on iki yıl önce, koskoca şehirde bayram arifesinde istanbul'a telaşe hakim. tebriz'li yebdias efendi'nin meşakkatli geçen yolculuğunun üstüne şehre vardığında hemen hemen tüm sakinlerin dışarıda oluşu elbette manidar.-sanki o'nu karşılıyormuş gibi.- hamamdan henüz çıkmış dört kadını farkediyor önce. renkli çarşaflarıyla al al olmuş yanakları uyum içinde. pırıl pırıl parlayan kumaşın altından pabuçları taşlara her değdiğinde çıkan seslere kulak kesiliyor. tam bu seslere kendini kaptırmışken sola sapıyor. çünkü birdenbire bayramı mübarekleyen davulcu arkasında beliriyor. davulcunun tokmağının davula her vuruşu tebriz'li yebdias efendi'nin kafasının içinde bir uğultuya sebep şu an. hızlı adımlarla davulcudan kaçarcasına dar, yokuş yukarı bir sokağa giriyor. yokuşu çıkarken davulcunun tokmağının sesinden kurtulması sonucu kafasındaki uğultu usul usul kesiliyor.
artık yolculuğunun yorgunluğu ve iki günlük uykusuzluğun idrakındayken sokağın sonunu merak etmekten çoktan vazgeçmiş. tam o'nu şaşırtacak hiçbir olay olmaz diye düşünürken aniden dişine çenesi yerinden çıkacak gibi bir ağrı saplanıveriyor. olduğu yerde kalıyor, ağrıdan yere çömeliyor. zonklamayla gözleri yerinden oynar gibi oluyor. biraz o şekilde kaldıktan sonra tekrar doğruluyor. elini sol çenesine bastırıp başını sola eğerek tarifi namümkün diş ağrısıyla yürümeye çalışıyor. sokak geniş bir caddeye açılıyor. her şey nasıl bu kadar üst üste gelir diye düşünürken kalabalık adeta üzerine yağıyor. tebriz'li yebdias efendi, önce yüksek sesle arapça konuşan sırtlarında küfeleriyle iki hamalı geçiyor, ardından dişinin ağrısından sendeleye sendeleye köşe başındaki el açmış kör, sağ ayağı bileğinden kesik dilencinin önüne geldiğinde duraksıyor. elini cebine atıp kalan son üç altınından birini dilencinin avucuna bırakıyor, eğilip, ''dişim'' diyor, ''dua et''. iki çocuğu hızlıca geçmeye koyulurken dilenci sesleniyor arkasından, ''caddenin sonunda sağa yokuşa çıkan sokağa sap, berber mustafa'yı bul, dilenci cabbar yolladı de, geçmiş olsun efendi''
44 1 494 nolu {santralimizi|çağrı merkezimizi} {aradığınız {an|vakit|zaman}|aradığınızda}, {sizlere|siz değerli müşterilerimize|siz müşterilerimize|size} {yalnızca|sadece} {ayaklarınızı uzatıp|arkanıza yaslanıp} {keyif yapmak|oturma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder